30 Haziran 2005 Perşembe, Vakit gazetesi
Tarihte olduğu gibi günümüzde de bazen belli şahısların veya oluşumların isimleri belli davalarla özdeşleştirilmektedir. Ama hadiselerin derinliklerine indiğimizde onların hepsinin haklarında beslenen kanaatleri haklı çıkaracak kadar güçlü konumda olmadıklarına şahit oluyoruz. Rauf Denktaş’ın ismi Kıbrıs davasıyla özdeşleştirildi. Ama Kıbrıs’a gittiğimde orada onun kendilerini güçlü bir şekilde temsil ettiğine inananların Türkiye’de onu bu konumda görenlerden çok az olduğunu müşahede etmiştim. Bazı yakınlarının yolsuzluğa bulaşmaları, kendisinin de insanların dinî yönden bilinçlenmelerine sürekli engel çıkarması sebebiyle hakkında iki yönlü tenkit olduğunu görmüştüm.
Bulgaristan’da Türklerin siyasi mücadelelerinden söz edilince Türkiye’de akla Haklar ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) ile onun genel başkanı Ahmet Doğan gelir. Böyle olması da doğaldır. Çünkü Türkiye’nin resmi politikasında bu hareket sahiplenildi. Ayrıca sosyalist rejimin çökmesinden sonra Türkler arasında siyasi açıdan öne çıkan hareket HÖH oldu. Türkiye’nin sahiplenmesi onu güçlendirdi ve ismi Bulgaristan Türklerinin siyasi mücadelesiyle özdeşleşti.
Bu konuda öncelikle şunu ifade edelim ki Bulgaristan’da Müslümanlar sadece Türklerden ibaret değildir. Türkler Müslümanlar arasında en büyük çoğunluğu oluştursalar da onların yanı sıra çok sayıda Pomak ve Çingene Müslüman var. Sayıları az olsa da Bulgar kökenli Müslümanlar da var.
HÖH diğer Müslüman unsurlarla ilgileniyor ve onları temsilen partisine elemanlar alıyorsa da ağırlıklı olarak Türk kimliğini öne çıkarıyor. Oysa Müslüman kitlenin bütün olarak ele alınması oradaki siyasi mücadelenin çok daha güçlü ve etkili hale gelmesini sağlayacaktır. Bunu başarabilirse asıl o zaman siyasette kilit konumuna gelebilir.
İkinci önemli husus değerlere sahip çıkma duyarlılığıdır. Bilindiği üzere sosyalist rejim bu ülkedeki Müslümanların değerlerini yıpratmak, onları inançlarından uzaklaştırmak için yıllarca çaba sarf etti ve büyük ölçüde başarılı oldu. En sonunda: “Artık bunların isimlerinden başka etnik ve dinî kimliklerini izhar eden bir şeyleri kalmadı. Bari isimlerini de değiştirelim. Böylece onları tamamen Bulgarlaştıralım. Kimse Bulgaristan’da Türk ve Müslüman azınlık olduğunu iddia etmesin” diye düşündü. Ama iş buraya gelince insanlar kimliklerini hatırladılar. Bu açıdan birçoklarının da ortak tespitinde dile getirildiği üzere o isim değiştirme girişimi Türklerin ve diğer Müslümanların lehlerine oldu.
Şu var ki uyanış sadece isme sahip çıkma safhasında kalmamalı kaybedilen değerlere dönüş için de gayret edilmelidir. Muhtelif kurumların ve şahısların öncülüğünde bu yönde takdire şayan faaliyetler başlatıldı. Bulgaristan Müslümanları baş müftülüğüne geçen Mart ayında yeniden seçilen kıymetli dostum Mustafa Aliş Haci’nin bu alandaki gayretlerini özellikle zikretmeği zorunlu görüyorum. Bu gayretlerin siyasi cephede de desteklenmesi gerekirdi. Ama HÖH’nin bu yöndeki gayretlerinin yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Bu açıdan geçmişteki eksiklerini görerek, yeni dönemde kaybedilen değerlere dönüş konusunda daha fazla gayret sarf etmesi gerekir.
Oradaki Müslüman kitleyi farklı kılan değerlere sahip çıkma konusundaki gayretlerinin yetersizliğinin tenkitlere sebep olduğunu gördüm. İştirak ettiği ilk seçimlerde bu partiden Meclis’e giren, İslâmî bilincini geliştirme ve bu bilinci hayatına geçirme konusunda oldukça gayretli bir tanıdığımdan da son görüşmemizde bu yönde tenkitler duymuştum.
% 25’ten fazla Müslümanın yaşadığı Bulgaristan’da HÖH oylarını % 12.5’in de üstüne çıkarabilirdi. Bu kadar oy almasında da o tabanı siyasi alanda temsil eden tek güçlü hareket olmasının ve kendisini Türkiye’nin sahiplenmesinin büyük rolü var. Bir önceki seçimlere nispetle oylarını artırması bir başarı sayılabilir. Ancak Müslüman kitleyi ne kadar temsil edebildiği, bu kitlenin değerleriyle ne kadar bütünleşebildiği ve ondan ne oranda destek alabildiği konusunda durum değerlendirmesi yapması da gerekir.
Bulgaristan Müslümanlarının öze dönüş konusunda yabana atılmaması gereken gayretleri var. Ama Türkiye’den oraya gidenlere Türkiye’deki fırkalaşmayı değil, İslâmî bilgiyi, bilinci ve değerleri götürmelerini tavsiye ediyoruz. Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı‘nı bu yönden takdir ediyor ve muvaffakiyetlerinin devamını diliyoruz.